SEYYİD BÜKLÜ DEDE WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
 
SEYYİD BÜKLÜ DEDE
ANA MENÜ  
  Ana Sayfa
  İletişim
  Haberler
  Linkler
  Ziyaretçi defteri
  Resimler
  Seyyid Büklü Dede Kimdir?
  Büklü Dede Dergahı
  Büklü Dede Soy Seceresi
  Alevilik
  4 Kapı 40 Makam
  Semah Nedir?
  Cemde 12 Hizmet
  Musahiplik
  Alevi Ocakları
  Alevilikte Oruç
  Alevilikte Kirvelik
  Dedelik
  Deyişler
  On İki İmamlar
  Talip Nasıl Olmalıdır?
  Pir Nasıl Olmalıdır?
  Alevi Takvimi
  Kerbela Şehitleri
  Dersimde Bulunan Ocaklar
  Dersimde Bulunan Aşiretler
  Başköylü Hacı Hasan Efendi Nasihatleri
  İmam Ali'nin Yaşamı
  Nefs Mertebeleri
  Pir H.D. İle Dersim İnanci Üzerine Röportaj
  Vayloğ Dede Kimdir ?
  İsmail Dede Kimdir ?
  Haftalık Cem Muhabbetleri
ECDADIM SİZİ DOĞRULUKTAN DÜRÜSTLÜKTEN İNSANLIKTAN AYIRMIYA, KAZADAN BELADAN İFTİRADAN KORUYA. (Büklü Dede)
Dedelik

Alevilikte (Alevi, Bektaşi, Mevlevi, Nusayri) inanç önderlerine; “Dede – Baba – Şeyh” denir. Alevilikte “Dede”(soy aranır), Bektaşilikte “Baba” (soy aranmaz, işin erbabı seçimle gelir) Mevlevilikte “Dede”, Hatay Alevilerinde ise “Şeyh”tir. Bu kurum, Aleviliğin inanç ve sosyal yapılanmasında temel öneme sahiptir.

Bu kurum önderliğinde Alevilik bu günlere taşınmıştır. Onca zulme, onca çileye ve tarihte eşine az rastlanan bir ezilmişliğin dipdiri ayakta kalmanın, yolumuzu şerefle, elinde kırık bir sazla, aç, susuz, at sırtında köy köy dolaşarak bu günlere taşımanın destanıdırlar. Dünya malını ellerinin tersiyle itip inancımızı birlik ve beraberlik içinde, tüm sorunları çözerek, kadı huzuruna göndermeden, ak ve pak bir toplum yaratılmışsa bu kurumun öncülüğünün eseridir.

Bu yol, bu inanç önderleriyle gelmiştir ve yine onların öncülüğünde gidecektir. Öyleyse Aleviliğin olmazsa olmaz olan bu kurumu çok iyi tanımak ve tanıtmak gerekmektedir. Çünkü inanç önderlerini tanımadan Aleviliğin de tanınması / anlaşılması mümkün olmayacaktır. Öncelikle “Dede” kavramından başlayalım:

“Dede” Nedir?

Muhtelif kaynaklardan alıntılar yaparak açıklayalım:

‘“Dede” sözcüğü, Oğuzca kökenlidir. Bu sözcük edebi Türkçede “baba, dede, ced, ihtiyar, amca ve dayı” anlamlarında kullanılmıştır. Ancak biz burada bu sözcüğün toplumsal ve inançsal yönleriyle ilgileneceğiz. “Dede” sözcüğü, Orta Asya’da yaşayan Türk topluluklarında halka yol gösteren tecrübeli ve bilgili kişiler için kullanılan “ata” ve “baba” sözcükleriyle aynı anlamda fakat nispeten daha sonraki dönemlerde kullanıldığı söylenebilir.’ (Yrd. Doç. Ali Yaman, Alevilikte Dedeler Ocaklar, İstanbul 1989 Cep Kitaplar Dizisi-2)

Ayrıca; Oğuz ve Çağatay lehçelerinde yaşlı erkek ataya “Dede”, yaşlı anaya da “Ede” dendiği de bilinir.

“Dede; Türkler arasında halka yol gösteren tecrübeli ve bilgili kişilere eskiden beri “ata” ve “baba” denilirdi. Bu iki unvanın ilk Yesevi dervişleri hakkında kullanıldığı bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde “dede” unvanı da “ata” ve “baba” gibi bir saygı ifadesi olarak kullanılmıştır. Örneğin, Korkut Ata’ya Dede Korkut denilmekteydi. Türkçe olan dede kelimesinin dedegân şeklindeki Farsça çoğul şekilde kullanılmıştır.

Aleviler tâbi oldukları din adamlarına “Dede” derler. Alevilikte dedeler ocakzâdedir. Bir kimsenin dede olması için dede soyundan gelmesi şarttır. Aleviler genellikle dedelerin Hz. Ali soyundan geldiğini kabul eder ve öyle inanırlar. Dedelerin dini hayatında çok önemli bir görev ve yetkileri vardır. Kendilerini dede tanıyanlardan ikrar alır, ibadetleri idare eder,  talipler arasında çıkan anlaşmazlıkları çözümleme hususunda hakemlik yapar, suçlu görülenleri “düşkün ederler.” (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Cilt 9, sayfa 76)

“Alevilik eğer bugüne dek bütünüyle esprisini ve canlılığını koruyarak yaşaya gelmişse, bu pirlerin, mürşitlerin ve rehberlerin ışığında olmakla olmuştur. Çünkü Aleviliğin hem eylemsel ve hem de kuramsal yanını ancak bunlar bilirler. Bunlar talipleri arasında gezgincilik yaparak Aleviliğin yöntem ve yordamını halka inerek ona maletmişlerdir. (Y. N.Öztürk, 1974:43)

 

“Dedeler, sosyal hiyerarşinin en üst noktasında bulunurlar. Dedelerin sahip oldukları yetkiler ve yaptırım güçleri cemaatin sosyal düzenini sağlayan çok etkili bir güçtür. Bu şekilde farklı bölgelerde yaşayan Alevi topluluklar, aynı gücün yani dedelerin sıkı kontrolü altındadır. Eröz’ün de belirttiği gibi “… Cemaat sıkı bir disiplin altında bulunmakta, kaideler ve müeyyidelere göre hareket etmektedir…” (Eröz, 1977:106)

 

Alevi Dedeleri, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bulunan “Ocak”lara mensupturlar. Bundan dolayı kendilerine Ocakzade de denilir. Ocakzade dedelerin Peygamber soyundan geldiklerini yani “evlad-ı resul” oldukları kabul edilir ve bu nedenle de “seyyid” adı ile anılırlar. Dede ailelerinde bu durumu kanıtlamak üzere belli dergâhların ve Nakibül Eşrafların onaylarını taşıyan icazetname yani secereler bulunur. Dedelerin çoğu “gezici”dirler. Bir başka deyişle belli zamanlarda kendilerine bağlı yerlerdeki taliplerini ziyaret ederek,  cemler düzenlerler, topluluğu bilgilendirir ve anlaşmazlıkları giderirler. Ocakzade dedeler arasında “El ele el Hakka” şeklinde de ifade edilen, “Mürşit-Pir-Rehber” şeklinde bir görev bölümüne vardır.

 

Taliplerin hizmetlerini görmek üzere ocak mensubu dedeler böyle bir iç hiyerarşik düzen oluşturmuşlardır. Burada mürşit en üst başvuru makamıdır. Rehber Pir’e, Pir Mürşid’e bağlıdır. Mürşit de davranış ve kararlarında bağımlıdır. Bu bağlılık hem manevi anlamda “Yol”a bağlılık, hem de Buyruklar gibi kutsal metinlere bağlılık şeklinde ortaya çıkar. Kimi yerlerde toplumun Dedeliğin gereklerini yerine getirmeyen kişileri dışladıkları da görülebilmektedir. Bazı durumlarda Mürşit karar vermekten kaçınabilir ve / veya yetersiz kalabilir. Bu genellikle düşkünlerle ilgili ortaya çıkar. Bu durumda Hacı Bektaş Dergâhı’nın veya Düşkün Ocağı’nın Dedeleri devreye girer. Dede düşkünlüğe ilişkin kendi yetkisini aşan veya aştığına inandığı durumlarda talibi, Hacı Bektaş’a veya Düşkün Ocağına yollar.” (Yrd. Doç. Dr. Ali Yaman, Alevilikte Dedelik ve Ocaklar Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları S 80,81)

 “Aleviliğin tarihsel ve sosyolojik kaynağı Maveraünnehir’dir. Ocaklar, Horasan’dan gelerek Anadolu’ya yerleşen, soyu İmam Zeynel abidin’e, oradan da Hz. Ali’ye ve dolayısıyla Hz. Muhammed’e ulaşan bir yapılanmadır. Ancak bu tarihi gerçekler, yani Anadolu’da bulunan Dede ailelerinin hem Horasan’a sahip çıkmaları, hem de Ehl-i Beyt’ten olduğunu söylemeleri sürekli bir spekülasyon konusu olmuştur. Halk çoğu kez sorar“Bu Dedeler Arap’mı?”

Bizlere kadar ulaşan geleneksel açıklama, İmamlar’ın Horasan’da Türkmenler tarafından sahiplenildiği ve çoğu kez Emevi’nin, Abbasi’nin zulmüne karşı buralara kaçırılarak korunduklarıdır. Horasan’a getirilen İmam Zeynel Abidin, orada Türkmen bir kızla evlendirilmiş ve soy ondan sürmüştür. Yani Türkiye’deki Dede ocaklarının soyu Türkistan’dır ama onların kaynağı da İmamlar’dır.

Daha oralarda iken, kavim halinde yaşayan Türk boylarıdır bunlar. Her birinin bağlı olduğu bir ocak vardır ve Dedeleri başlarında olmak üzere göç edip gelmişlerdir. Kimse Dedesini orada bırakıp göç hareketine girmemiştir. Onun için Anadolu’da gördüğümüz Alevi ocaklarının tümü oradan gelenlerdir. Eğer oradan gelenleri ocakzade nitelikleri ispatlanmaz ise burada ortaya çıkan bir ocak şeklinde görülüyorsa, bilin ki, onaltıncı asırdan sonra Alevileri bölmek için özellikle Yavuz Selim döneminde dağıtılmış olan hüccetler ile kendisine taraftar bulan bir Dedelik yaratma amacının sonunda ortaya çıkan ocaklardır.

Yani gördüğümüz tüm Dede ocakları, Maveraünnehir’le bağlantılı olduğu ispat edilemiyorsa bilin ki çok büyük ihtimalle siyasi amaçlarla üretilmiş Dede ocaklarıdır. Ya da ikinci bir ihtimal, Erdebil Tekkesi’nin kendi lehine propaganda yapmaları için Anadolu’ya yollamış olduğu ocaklar söz konusudur.

Birçok ocak Hacı Bektaş Veli’den 250 sene önce Anadolu’ya gelmişlerdir. Tabiî artık bugün bunların tartışmasını yapmak bile yersiz. Çünkü işin özü neredeyse ortadan kalkmak üzere. Bu ocaklar çok önemli roller üstlenmiş. Eğer Anadolu İslamlaşmışsa bu ocaklar sayesinde olmuştur. Hangi türbeye giderseniz gidin, Alevi olduğunu görürsünüz. Doğuyu Müslümanlaştıran bu ocaklardır. Onun içi Alevileri tanımadan, Anadolu’yu tanımanın imkânı yoktur.” (CEM Vakfı Çalışmaları ve Vakıf Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin DOĞAN’ın Görüş Ve Düşünceleri S:296, 297)

Dedeliği muhtelif kaynaklarla ifade ettikten sonra, konumuz içinde sürekli olarak geçen “Ocak” kelimesinin ne anlama geldiğini de anlatmak gerekiyor.

 

Ocak nedir?Ansiklopediye göre; “ocâg-ı mihmân-nevâz”: misafir ağırlayan, ocaktır.

“Serâmân-ı ocag”: ocağın ileri gelenleri, demektir. (F: Develioğlu, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 1998)

Diğer bir anlatımla da ateşin yandığı, yiyeceklerimizin piştiği yerdir.

Peki, o halde dedelere niçin ocakzade denilmiştir? Bu isim şu anlamda verilmiştir ki;

Dedenin ocağında, onun gözetiminde bilgi ve bilgeliğinde, ham olan insanlar pişecek ve olgunlaşacaklardır. Hakk aşığı ne güzel ifade etmiş:

 

    Gel gel yanalım âteş-i aşka

    Şule verelim ateş-i aşka

    Evvel aldandım, pek kolay sandım

    Durmayıp yandım ateş-i aşka

    Aşk ehli ölmez, yerde çürümez

    Yanmayan bilmez ateş-i aşka              

     Nesimi

 

Yanmadan pişilmez.

Pişmeden olğunlaşılmaz.

Olğunlaşmadan kemalete varılmaz.

Kemâlet olmadan Hakk bulunmaz.

Bulunmadan da varılmaz.

Gerçek yolu bulmak maksada ermek için, yanmak gerekiyor. Bütün peygamberlerin, velilerin çektikleri çilenin sırrı nedir?

Hz. İmam Ali: “Büyük sevaplar, büyük belalarla iç içedir. Allah, sevdiği kullarını belalara maruz bırakır.”

Konfüçyüs’te;

“Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmazsa, kişide acı çekmeden olgunlaşamaz.”

 

Yanmak, pişmek ve olgunlaşmak; bunun da olabilmesi için yolu bilen mürşit’in ocağında pişmek gerekiyor.. Bu insanlar için bir tür ikinci doğumdur. (birinci doğum anadan, ikinci doğum mürşitten)

Bir demire bile, şekil verilebilmesi için, ocakta yanması gerekir.

 İşte insanda o ocakta pişip insan-ı kâmil olacaktır.

Nerede olacaktır?

Dede’nin ocağında….

Büyük sufi bilgin İbn Mes’ud’un (Ölüm 652) o muhteşem sözünü hatırlatmak gerekiyor, diyor ki: “Mescit yapan birçok insana rağmen insan yapan mescitler görülemiyor.”

İnsan yapan mabet inşası, gerçek mürşidi kâmilin işidir. İşte o ocakları inşa edip, ocak zadeliğin mutluluğunu yaşamak gerekiyor. O ocakta insan yetişmiyorsa hangi kıvancı yaşayabiliriz ki?

 Bir Dede’nin görevini yürütebilmesinin koşulu ise; ocağını inanç nuruyla her zaman canlı tutabilmesi, ocak ateşinin sürekli yanmasıdır. Yani, irşat makamının gereklerini yerine getirebilmesidir. Yoksa Ocağı yakıp insan yetiştirmedikten sonra, “dede’yim” demesi hiç anlamlı olmayacaktır.

 

 DEDE’NİN GÖREVLERİ

 

Aleviliğin temel ilkelerinin yazılı olduğu buyruk kitaplarından, çeşitli araştırmalardan ve Aleviler arasında günümüze kadar sürmüş bulunan uygulamalardan anlaşıldığı üzere, Dedelerin görev ve sorumluluklarını sıralayacak olursak:

1.      Sosyal ve inançsal bakımdan topluma önderlik etmek davranışı ve yaşantısıyla örnek olmak,

2.      Toplumu irşat (aydınlatma) ve bilgilendirmek,

3.      Toplumda birliği ve dayanışmayı sağlamak,

4.      Sosyal ve inançsal hizmetleri (cem, cenaze, evlenme törenleri vb.) yönetmek,

5.      Adaleti sağlamak, suçluları düşkün etmek,

6.       İnancı ve gelenekleri uygulamak ve aktarmak,

7.      İnançsal güçleri nedeniyle maddi – manevi sorunu olanların, hastaların başvuru yeri olmaktır.” (Yrd. Doç. Dr. Ali Yaman, Alevilikte Dedelik ve Ocaklar Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları S 83,84)

Daha öncede bir nebze değindiğimiz gibi; Dedelik kurumu üçlü bir hiyerarşi ile günümüze kadar gelmiştir.
1-Mürşitlik (En üst makam)

2- Pir’lik

3- Rehber’lik

 

Bu üç kurum da dede soyludurlar yani “Seyyid” dirler. Birbirini tamamlarlar. Mürşit, Hz. Muhammed’i, Pir, Hz. Ali’yi temsil eder. “El ele el Hakka”dır. Mürşit en üst makamdır. Rehber pir’e, pir’de mürşit’e bağlıdır. Yol’u kurallarına göre sürdürürler. Yaptırım güçleri vardır. Hem inançsal ve hem de sosyal açıdan önderdirler.

Bugün 18 ziyaretçi (23 klik) kişi burdaydı!
DUYURULAR  
  HER YIL 10 TEMMUZ'DA BÜKLÜ DEDE ANMA TÖRENLERİ YAPILMAKTADIR.TÜM CANLARI BEKLERİZ...  
HACI BEKTAŞ VELİ'NİN SÖZLERİ  
  - Ara bul !
- Her ne ararsan kendinde ara!
- Dili, dini, rengi ne olursa olsun, iyiler iyidir.
- Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayın.
- İncinsen de incitme !
- Eline, diline, beline sahip ol !
- Kadınları okutun!
- Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan!
- Okunacak en büyük kitap insandır.
- İnsanın değeri, yüreğinin ağırlığı kadardır.
- Düşünce, eylem ve sevgi, Tanrı’nın tadıdır.
- En büyük kerâmet çalışmaktır.
- Okunacak en büyük kitap insandır.
- İlim beşikte başlar, mezarda biter.
- En yüce servet ilimdir.
- İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
- Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu !
- Benim Kâbem insandır.
- Kendine ağır geleni başkasına yapma !
- Asıl kör, nankördür.
 
YUNUS EMRE'NİN SÖZLERİ  
  ” İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir
Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir ”
” Zehirle pişmiş aşı, kim yemeye gelir. “
” Seni sigaya çeken bir molla kasım gelir. “
” Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz. “
“Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak, Cenab-ı Hakka zor gelmez..”
“Kasdım budur şehre varam Feryâd u [...]

 
HZ MUHAMMED'İN SÖZLERİ  
  -Kuran yedi nüans üzerine indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki, bir hiç zahir, bir de batın mana taşımasın. Ebu Talip’in oğlu Ali’de bu zahir ve batına ait ilim mevcuttur.
-Sonradan özür dilemeyi gerektiren şeyleri yapmaktan kaçınınız.
-Bir gün birisiyle dost olduğunuzda, yarın onun bir düşman olabileceğini unutmayın.
-Mazlumun bedduasından sakınınız. O dua ile ALLAH arasında perde yoktur.
-İnsan dilinin altında gizlidir.
-Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin.
-Bilgisizler içinde bir bilgili, ölüler içinde bir diridir.
-Cahiller cesur olurlar.
-Şeref, edep iledir. Soy ile değildir.
-Bir anlık tefekkür, bin yıl ibadetten hayırlıdır.
-En büyük düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında olan düşmandır.

 
NEFSİNE AĞIR GELENİ KİMSEYE TATBİK ETME (Hacı Bektaş Veli) Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol