SEYYİD BÜKLÜ DEDE WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
 
SEYYİD BÜKLÜ DEDE
ANA MENÜ  
  Ana Sayfa
  İletişim
  Haberler
  Linkler
  Ziyaretçi defteri
  Resimler
  Seyyid Büklü Dede Kimdir?
  Büklü Dede Dergahı
  Büklü Dede Soy Seceresi
  Alevilik
  4 Kapı 40 Makam
  Semah Nedir?
  Cemde 12 Hizmet
  Musahiplik
  Alevi Ocakları
  Alevilikte Oruç
  Alevilikte Kirvelik
  Dedelik
  Deyişler
  On İki İmamlar
  Talip Nasıl Olmalıdır?
  Pir Nasıl Olmalıdır?
  Alevi Takvimi
  Kerbela Şehitleri
  Dersimde Bulunan Ocaklar
  Dersimde Bulunan Aşiretler
  Başköylü Hacı Hasan Efendi Nasihatleri
  İmam Ali'nin Yaşamı
  Nefs Mertebeleri
  Pir H.D. İle Dersim İnanci Üzerine Röportaj
  Vayloğ Dede Kimdir ?
  İsmail Dede Kimdir ?
  Haftalık Cem Muhabbetleri
ECDADIM SİZİ DOĞRULUKTAN DÜRÜSTLÜKTEN İNSANLIKTAN AYIRMIYA, KAZADAN BELADAN İFTİRADAN KORUYA. (Büklü Dede)
Haftalık Cem Muhabbetleri

GADİR-HUM BAYRAMI SOHBETİ

 

 

Hazret-i Peygamber Efendimiz, Bakara Suresi 196. Ayet gereğince hec ve humre görevlerini yerine getirmek üzere hicretin 10’uncu yılında yanında bulunan 124 bin sahabesiyle birlikte, Medine’den Makke’ye haraket etti. Mevsim ilkbahardı. Bu hac, Hz. Peygamber’in yaptığı son hac ziyareti idi, bundan dolayı da buna, “Haccet’ül veda” denir.
Hac dönüşünde
, yani Zillice ayının on sekizinci Perşembe günü Mekke ile Medine arasında bulunan “Gadir-Hum” denilen mahalle gelindiğinde, Cebrail-i Emin tarafından şu Kur’an ayeti nazil oldu. Mealen: “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez” deniyordu. (Maide Suresi, 67)
Hazret-i Peygamber efendimiz, bu ayetin gelişinden ahrete intikal edeceğini farketmiş ve ömrünün sonuna yaklaştığını anlamıştı. Bunun üzerine Allah’ın Resulü, kafilede bulunan124 bin sahabeyi ağaçlık bir yerde topladı ve deve semerlerinden bir minber yaptırarak üzerine çıkıp ellerini havaya kaldırdı: “Bugün burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler, acıyan, bağışlayan ve her şeyi bilen Cenab-ı Allah bildirdi ki, katına davet edildim; yakında davetine icabet edeceğim, ebedi yurda döneceğim” buyurdular. Sözlerine devam ederek: “Ey kavmim ve sahabeler! Bugün benden öğrenmek istediğiniz ne varsa fırsat kaybolmadan öğrenmeye çalışın, çünkü ayrılık vakti yaklaşmıştır. Yarın kıyamet gününde Muhammed, size ne yaptı diye sorulduğunda, orada verilecek cevabınız ne olacaktır?” diye sordu.
O vakit bütün sahabe, hep bir ağızdan: “Ya Resulallah! Bize Peygamber’liği eda ettiniz ve biz sizden öğütler dinledik. Buna şahitlik ederiz” dediler.
Bunun üzerine Hz. Muhammed, ayı ikiye ayıran parmağını göğe doğru kaldırıp: “Ya Rabbi! Sen şahit ol!” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Yarın ahret gününde havuz kıyısında bana ulaşacaksınız. Bu havuzun başına sizden önce varacağım. Siz gelince de size bıraktığım iki paha biçilmez emanete ne yaptınız diye soracağım, bu iki emanetim şunlardır:
Birincisi Allah’ın gökten yere uzatmış olduğu ipi Kur’an-ı Azim-i şan, diğeri ise, benim Ehl-i Beytim’dir.[1] Bu iki emanetim, sizi havuzun başında bana ulaştıracaktır, bunu âlemlerin rabbi olan Allah’tan ben istedim. Bu iki emanetime sıkı sıkı sarılırsanız, delâlete düşmezsiniz, ebedi olarak doğru yolda olursunuz” buyurdular.
Bunları söyledikten sonra Allah’ın Resulü, şu Kur’an ayetini okudu: “Ey iman sahipleri! Allah’a itaat edin. Resule ve sizin içinizden olan iş ve yönetim sahiplerine de itaat edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah’a ve âhret gününe inanıyorsanız, onu Allah’a ve resule arz edin. Böyle yapmanız hem hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa Suresi, 59)
Bu ayetin okunmasından sonra bazı sahabeler, “biz hangi iş ve yönetim sahibine, yani kime itaat edeceğiz” diye sordular.
O vakit Peygamber efendimiz, yanı başında duran Hz. Ali’nin elini tutup, kolunun altındaki beyazlık görününceye kadar havaya kaldırdı ve şunları söyledi: “Ali’nin kanı kanımdandır, canı canımdandır, teni tenimdendir, ruhu ruhumdandır, Ali ile biz bir nurun ikiye bölünmüş parçalarıyız” dedikten sonra şöyle devam etti: “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır.”
Daha sonra da Hz. Peygamber’imiz: “Allah’ım Ali’yi seveni sen de sev, ona düşman olana sen de düşman ol, ona yardım edene sen de yardım et, onu hor göreni sen de hor gör. O nereye yönelirse Hakk’ı onunla beraber kıl” diyerek uzunca bir dua etti. Bunları duyan Hattab’ın oğlu Ömer: Hz. Ali’ye gelerek: “Kutlu olsun sana ey Ebu Talib’in oğlu, sen benim ve tüm müminlerin mevlâsı oldun” diyerek Hz. Ali’yi kutladı. Bunun ardından orada hazır bulunan tüm sahabeler, teker teker gelip Hz. Ali’yi kutladılar.
Bu kutlamanın ardından hazır bulunan sahabeler: “Ya Resulallah! Biz senden razı olduk, ileride delalete düşmememiz için nasıl hareket etmeliyiz?” diye sordular.
O vakit Hz. Muhammed, şu Kur’an ayetini okudu. Mealen: “Allah’ın, inanıp yararlı işler yapan kullarına müjdesi budur. De ki: “ben sizden akrabalık sevgisi dışında herhangi bir ücret istemiyorum.” (Şüra Suresi, 23)
Bu ayetin tebliğinden sonra orada bulunanlar, “bu ayetin anlamı nedir” diye sorduklarında Allah’ın Resulü: “23 yıl boyunca size yapmış olduğum tebliğim için her hangi bir ücret istemem, ancak akrabam için bana meveddet ediniz, yani benim Ehl-i Beyti’mi samimiyetle seviniz ve muhabbet ediniz” buyurdular.
Bu açıklamanın ardından da Hazret-i Peygamber’imiz, Mealen: “Benim Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisine benzer, kim bu gemiye binerse kurtuluşa erer. Kim bu gemiye binemezse, delâlette kalır” buyurdular.
Değerli canlar! Kadir-Hum olayı, biz Alevi-Bektaşi ve tüm Ehl-i Beyt sevenler için bir dönüm noktası, yani bir kırılma noktasıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber Efendimiz, kendisinden sonra Hz. Ali Efendimizi, yerine vasi tayin etmiştir. Bunu da sırf Hz. Ali’yi sevdiği ve damadı oldğu için yapmamıştır. Yukarıda verdiğim Nisa Suresinin 59. Ayetini yerine getirmiştir, ayetin emrini yerine getirmiştir. İşte bundan dolayıdır ki, bizler, bu olayı “Kadir-Hum Bayramı” olarak kutluyoruz.
Allah’ın Resulü Muhammed Mustafa (s.a.s.), Gadir- Hum’dan yetmiş gün sonra hastalanmıştı. Hastalığı günden güne şiddetlendi.
Etrafında Ehl-i Beyt’i, yakınları ve sahabeleri toplanmışlardı. Müslümanlar,
Büyük bir acı ile karşı karşıya kalmışlardı. Hz. Muhammed Efendimiz: “Bana bir kağıt, kalem getirin size bir vasiyet bırakayım, ta ki benden sonra delâlete düşmeyesiniz” buyurdular.
Allah’ın Resulü ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber’imizin hayatının sonunda yazmak istediği bu vasiyeti, orada hazır bulunan Hattab’ın oğlu Ömer, “Peygamber sayıklıyor” diyerek bu vasiyetin yazılmasına engel oldu.
Şurası çok iyi bilinmelidir ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın Resulü, kendi aklı ile hiçbir söz söylememiştir. O’nun tüm söyledikleri, “Vahiy” den başka bir şey değildir. Bu hususu Kur’an’da da görüyoruz. Kur’an’da: “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. O’nun bildirdikleri, vahiy edilenden başkası değildir” denilmektedir. (Necm Suresi, 1, 2, 3, 4)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Ömer’in müdahalesi yersiz idi. Çünkü Hz. Muhammed, Tanrı’nın izni olmaksızın tek söz etmemiştir.
Bu olanlardan kısa bir zaman sonra da yüce Allah’ın Resulü, bu fani dünyadan Hakk’a yürüdü. Âlemlere rahmet olarak gönderilen o yüce Peygamber, yoktu artık. Medine halkını ve tüm İslam âlemini karanlık ve hüzün bulutları sarmıştı. Bir yandan madde güneşi doğarken, diğer yandan da bu âlemleri aydınlatan manevi güneş kaybolmuştu.
Hz. Ali başta olmak üzere Hz. Muhammed’in Ehl-i Beyt’i, yakınları ve özel sahabeleri Hz. Muhammed’in na’şını yıkamak, cenaze namazını kılmak ve defnetmekle meşguldüler. Diğer bir tarafta da daha Hz. Peygamber’in na’şı yerde iken, yerine halife seçmek isteyenler, “Sakifeyi beni Saide” denilen yerde toplanmışlar, Ebu Bekir’i halife seçmekle meşguldüler. Bu nasıl bir Müslümanlıktır ve bağlılıktır ki, daha henüz Peygamber’in cenaze namazı bile kılınmadan, na’şı yerde iken böyle bir hareketi kendilerine uygun görmüşlerdi.
İşte, böyle oldu bittiye getirilerek gayri adil bir seçimle Ebu Bekir halife seçilmiştir. Çünkü, Cenab-ı Allah’ın övmüş olduğu ve “alemlere rahmet olarak gönderdim” dediği Resulü’nün, “Ehl-i Beyt’im” dediği kimselerin hazır bulunmadığı bir seçim, gayri adil sayılırdı.
Hz. Muhammed’in vefatından müteessir olmadan, Gadir-Hum biatını ve velayet ayetini, yani Nisa Suresinin 59. Ayetini hiçe sayıp, Hz. Muhammed’in hiçbir vasiyette bulunmadığını iddia ederek, hatta Peygamber’in vefatını bile fırsat bilip böyle bir seçime başvurmuşlardı.
Bilindiği gibi, birinci Halife Ebu Bekir, vefatından önce yerine Hattab’ın oğlu Ömer’i tavsiye etmiş ve vasiyet üzerine ikinci halife olarak Ömer seçildi. İkinci Halife Ömer de altı kişilik bir şüra atadı ve Hz. Ali’nin ismini en sona yazdı ve şüra ise 3. Halife olarak Osman’ı seçti. Eğer Halife Osman’nın ölümü ani olmasaydı, vasiyet edecek zamanı olsaydı, muhakkak ki o da halife olarak Muaviye’yi tavsiye edecekti. Bu nasıl bir adalettir?
Yukarıda da söylediğim gibi Hz. Ali, Hz. Peygamber’in gerçek vasisi ve varisidir. Ancak Hz. Ali, İslam Dini’nin parçalanmaması ve zarar görmemesi için yapılan tüm haksızlıklara sabır göstermiştir. Halife Osman’ın öldürülmesinden sonra Müslümanlar, Hz. Ali‘nin etrafında toplandılar ve kendisine biat ettiler. Böylece Hz. Ali, halifeler arasında Allah ve Peygamber’in emirlerine uygun ve Müslümanların desteği ile seçilen tek halifedir.
Hz. Ali’nin hilafeti 4 yıl, 3 ay sürdü. Hz. Ali’nin bu 4 yıllık hilafeti döneminde, Muaviye ve taraftarları, Hz. Ali’yi rahat bırakmadılar. Hz. Ali’ye biat etmeyen Muaviye, bu sefer de Halife Osman’ın ölümünde Ali’nin parmağı olduğunu söyleyerek, kan davası peşine düştü. Hz. Ali’ye muhalefet edenler yalnızca Emeviler değildi. Ebu Bekir’in kızı Ayşe de Hz. Ali’ye karşı davrananlardan idi.


                                                                         


 

Sevgili Canlar, hepinize aşk-ı niyaz ediyor, sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum. Bugün yine cem olduk, cemal cemale geldik. Cem ibadeti; bizim bayramımız, seyranımızdır. Cem; bize Ehl-i Beyt ve Kırklar Meclisi’nin emanetidir. Cem; kâinattaki her zerreyle kucaklaşma, bütünleşmedir, Tevhit sırrıdır. İşte Alevî’nin hakikat bayramı budur. Cem’in içindeki hizmetlerin manasından geçip can birliğine yetip Canana kavuşmak, Ehl-i Beyt’in bizi davet ettiği anlayışa ulaşmak, Alevî’nin gerçek bayramıdır.

Alevîlikte “Canlar” diye hitap edilir. Canlar, cem olunca aradan ikilik kalkar.
Bayramlar gibi kutsiyet atfedilmiş günlerin sadece âdet, gelenek tarafında kalırsak, ibadetler dahil olmak üzere âdetlerin gölgesinde taklitten öteye geçmeyen uygulamalar olur. Peygamberimizin bizi davet ettiği hakikate uzak kalmış oluruz. Burada toplanmamızın sebebi sadece toplumsal âdet ve gelenek olmuş değerlerin uygulanması değil; Hakk’ı, Hakikati anlamak, yaşamak için toplandık, cem olduk. Yukarıda belirttiğimiz üzere Cem her zerreyle kucaklaşıp birlik sırrına Ehl-i Beyt muhabbetiyle erdikçe, cana bayram olur. Zira insanların kutsal günlerde bir araya gelmesi, kucaklaşması; kırgınlıkların, küskünlüklerin ortadan kalkmasına, insanların birbirlerini hatır gönül etmelerine vesile olmuştur. İşte Alevî Cemleri’nde yüzyıllar boyunca insanların aralarına ikilik koyan öfke, haset, fesat, her türlü davranış Cem’e girerken sorgulanmış ve rızalık alınmış Hakk’ın huzurunda haklının hakkı teslim edilmiş, ikilikler husumetler kaldırılmıştır. Alevîlerin 1950 yıllarına kadar mahkemeye davaları intikal etmemesi bu nedenledir . Alevîlikte insanın maddî, manevî her türlü hukukuna riayet edilmiş, toplumda barışık yaşam korunmuştur.

Alevîlikte bayram bir gün değil her gündür. İnsanlığın bütünüyle barışık yaşamak, temel ilke olmuştur. Yolumuz, “Ağlattığın varsa güldür, döktüğün varsa doldur, incittiğin gönül varsa tamir et” der. Bu yol sevgi yoludur. İnsan’ın gönlü Hakk’ın evi olarak kabul edilir.
Koca Pir Türkmen Yunus,
“İster bin kez namaz kıl
İster bin kez hacca git
Eğer bir kez gönül kırar isen
Var git yollar doku” der.

Cenâb-ı Allah, “Ben; mahzun, kırık kalplerdeyim” buyurmuştur. Gönül Allah’ın nazargâhıdır. Ehl-i Beyt-i Âl-i Âbâ yolu olan Alevîlikte gönül incitmek yoktur. Gönülleri sevgi ve muhabbetle diriltmek vardır. Mürşidimiz Hacı Bektaş Veli: “İncinsen de incitme” der. İnsanı sevmeyen, insana hürmet ve merhamet beslemeyen, Allah’ı sevemez; Hak katında makbul da olamaz; zira Kur’an: “Birbirinizi sevmedikçe hakikatte iman etmiş olmazsınız” der.

Yunus: “Ben gelmedim dava için benim işim sevi için” diyor.

Ehl-i Beyt değerlerini alıp yaşantı eden ariflere her gün, her an bayram olur. Kimseye kötülük etmeyen, herkesle barışık yaşayan bir kul; aldığı havayı, suyu, toprağı bahar iklimi gibi sevgisi, saygısı, muhabbetiyle sarar. Yaratılmışı, her zerreyi kucaklar. Hakk’ın verdiği nimetlere şükür eder. Dertlilerin yarasını sarar, yolda kalmışlara, çaresizlere çare olur. Başkasının zararından, ziyanından vicdan edip onu da kendi bulunduğu seviyeye çıkarmaya çalışır. Kıyas yaparak, üstünlük davasına girerek şeytan misali kibirlenmez. Yaratılmışa karşı muhabbet besler, kimsenin arasına nifak sokmaz. İşte bu anlayışı alıp yaşayanın gönlüne huzur gelir. Cenâb-ı Hakk böyle bir kulun gönlüne sevgisini, muhabbetini ilham eyler.

Alevîlikte “Canlar” diye hitap edilmesindeki maksat; ırktan, renkten, dişilikten, erkeklikten öte olan can birliğini esas almıştır. Alevîlik; ibadetlerin ve orucun şeklî, taklidî yüzünü değil; canını, ruhunu, bize vermek istediği hakikati esas almıştır.
Kur’anda: (Ankebut suresi 45 ayet) “Oku kitaptan sana ne vahiy edilirse, dua, ibadet et; şüphe yok dua, anış ibadet çirkin ve kötü şeylerden alıkoyar. İnsanı ve elbette Allah’ı anmak en büyük ibadettir. Ve Allah ne işlerseniz bilir.” der. Görüyorsunuz ki ibadet ve duadan kasıt her türlü çirkinlik ve kötülüklerden beri olmaktır.
Alevî toplumu Ehl-i Beyt değerleri ile beslendiği için diğer anlayışlarla kıyası yoktur. Alevîler; ibadetin özüne, maksadına, cevherine bakar. Bugün bilim dahi eşyanın özüne inmeye çalışıyor. Alevîlik de insanın cevherine bakıyor; bu yüzden ibadet anlayışı, oruç anlayışı Alevîlikte çok daha derindir. Biz insanın cevherine, özüne ünsiyet ettikçe anlamlar derinleşecektir. Şekiller mananın taşıyıcılarıdır. Eğer ibadetlerde yaptığımız bir takım uygulama ve şekiller, bizi manasına taşımıyorsa işin sadece gösterişinde, şeklinde kalırız. Bu misalde olanlar hakkında Kur’an (Ma’un süresinde):
“Vay hallerine o ibadet, dua edenlerin onlar ki salatlarını unuturlar. Ve onlar bütün işlerini gösteriş için yaparlar ve yardımlaşmayı men ederler.” diyor.
Aşik; “ Şekilde kalmış nicesi / Dava-yı Hakk olmuş eğlencesi / Dünyayı tutmuş pençesi / Yok kalbinde aşktan nişanı” demiştir. Hz. Muhammed‘in Ashâb-ı Suffa ile yaptığı ibadetler ve sohbetlerin mahiyetinin çok daha derin olduğunu tarihler kaydetmektedir. Hatta Hz. Ali (a.s) ile saatlerce konuştuğu bir sırada Hattab’ın oğlu Ömer onların ne konuştuğunu merak edip izin istemiş ve sohbete dahil olmuştur; nedense bir müddet sonra tekrar Hz. Muhammed’den izin isteyerek dışarı çıkmış, kendisine ne konuşuyorlardı diye sorduklarında: “Ben onların konuştuklarından hiçbir şey anlamadım.” demiştir. Görüldüğü üzere, Hz. Muhammed’in ve Ehl-i Beyti’nin manevî sırları ve hakikatleri ehline mâlum olmuştur. Kur’an da: “İlimde derinleşmiş olanlar vardır.” derken herkesin ibadetten, oruçtan anladığı mâlum olduğu hakikat cihetiyledir. Kur’an kendi manasını izah ederken iç içe geçmiş, yedi manası olduğunu bizlere haber verir.

İbn-i Mesud, Hz Ali’nin ilmi hakkında diyor ki: “Kur’an yedi harf üzerine şeref nazil oldu. Bu harflerden her birisinin içi var, dışı var. İşte bu Kur’an’ın yedi harfinin içi ve dışını bilen tek kişi Hz Ali’dir.”

İlim şehri Muhammed Kapısı’nın hikmeti olan Hz. Ali (a.s) Efendimiz: “Sadece Fatiha suresini size tefsir etsem kırk deve yükü kitap çıkarırım.” demiştir. Görüldüğü üzere, ibadetin mahiyetleri; anlayışta, ilimde, hâlde derinleştikçe değişkenlik arz ediyor. İbadetlerin şeklinde kalan kişinin elde edeceği mükâfatın Hz Muhammed Efendimiz sadece yorgunluk ve açlık olacağını ifade etmiştir. Şu hal üzere Alevîliğin ibadet ve oruç anlayışları çok daha derin olacaktır. Çünkü bu yol Ehl-i Beyt yoludur.

Alevîler Ramazan ayı içerisinde gönlü buruktur. Diğer anlayışlar gibi davulla, zurnayla, eğlenceyle akşam da alabildiğine zevk ve sefa ile gün geçiremezler. Ramazan’ın 19 uncu günü melun İbn-i Mülcem tarafından zehirli kılıçla başına vurularak yaralanan ve üç günün sonunda, Ramazan’ın 21. günü şehit olan Hz Ali (k.v) Efendimizin şahadetiyle, bu ay Alevîlere âdeta yas olmuştur. Kur’an indirildiği için kutsal ilan edilen bu ayda vahy-i İlahînin kendisi olan, “ Ben canlı Kur’anım; sorun beni kaybetmeden Kur’an hakkında” diyen Hz Ali şehit edilmiştir. Hz. Muhammed: “Kur’an Ali ile Ali Kur’an iledir.” buyurmuştur. O halde canlı Kur’an’a neden saygı duyulmamıştır? Bu hal iyice anlaşılmalıdır. Sıffin Savaşı’nda melun Muaviye tarafından, Amr ibni As tarafından Kur’an mızrakların ucuna takılmıştır. İşte Kur’an’ı mızrakların uçlarına takanlar, canlı Kur’an’ı şehit ettiği ay olmuştur.

Hz Ali’ye vurulan bu kılıç, İslam’ın ruhuna vurulan Emevî’nin zehirli kılıcıdır. Burada alınacak çok önemli bir mesaj vardır. Nasıl Kur’an mızrakların ucunda aldatma aracı olduysa bu ayı da kullanma biçimleri bir hakikatin üstünü örtmekte araç edilmiştir. Daha sonra melun Muaviye tarafından Hz. Hasan şehit ettirilecektir. Dedesi Hz. Muhammed’in yanına defnedilmek istenmiş, Muaviye ile işbirliği yapmış olan Ayşe tarafından vücuduna oklar attırılarak dedesinin yanına defnedilmesi engellenmiştir. Aynı Ayşe, daha sonra deve üzerinde iki Cihanın güneşi Hz. Ali Efendimiz’e karşı savaşarak binlerce Müslüman’ın ölümü ile sonuçlanacak bir savaşa imza atacaktır.

Burada şu soruyu sormak yerinde olacaktır: Hz Ali Efendimizin bu ayda şehit edilmesi bir tesadüf olmasa gerektir?! Kur’an, Ramazan ayında indirilmeye başladı, Kur’an’ın ruhu olan Hazreti Ali bu ayda şehit edildi. Bu; İslam’a, Kur’an’a yapılan darbe değil de ya nedir? İslam, Emevîler tarafından bir gömlek gibi ters giyilerek zavallı zihinler, zavallı dimağlar zehirlenmiştir. Hz Muhammed tarafından Şam’a sürülen melun Muaviye, Hz Muhammed’in minberine oturacak, Emevî taşeronları tarafından “Hazret” lakabı alacaktır. Burada samimi Müslümanlar uyanmalı ve İslam tarihini samimiyetle sorgulamalı ve Ehl-i Beyt’le yeniden tanışmalı; o zaman İslam’ın gerçeği ortaya çıkacaktır.

Bu olayların akabinde Kerbela Vakası vardır. Peygamberler tarihinin en kutsal ayı olan Muharrem bütün peygamberlere kurtuluş ayı olmuştur. İslam içinde de en kutsal ay olan Muharrem’de lanetullah Yezit tarafından, Hz Hüseyin şehit edilmiştir. Peygamber torunlarına yapılan bu zulüm art arda gelmiş Ehl-i Beyt muhipleri çok acılar çekmiştir. Hz. Muhammed Efendimizin “Göz nurum” dediği Hz. Hüseyin, Peygamberimizin savaşı yasakladığı, kan akıtılmasının, bir hayvana dahi kıyılmasının yasak edildiği Muharrem ayında sevenleriyle ve ailesiyle eşi benzeri görülmemiş bir şekilde Kerbela’da şehit edilmiştir. Hz. Hüseyin’in kutsal Muharrem ayında şehit edilişi yine bir tesadüf sonucu mudur? Bu, İslam’a yapılan darbedir. İslam Emevî ve Abbasîlerle tanınamayacak hale gelmiş, uydurma mezhepler ve imamlarla bu din Hz Muhammed’e değil de, Emevi’ye çıkıyor. Hz Muhammed’e giden yol Hz. Ali Efendimizden geçmektedir. Hz Muhammed: “Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Her kim şehre girmeyi dilerse Ali kapısından gelsin” diyerek ima etmeden doğrudan doğruya bu yüksek hakikati ifade etmiştir.

İslam Ehl-i Beyt’le buluşmadıktan sonra boynu büküktür; aynı hal devam ettikçe ibadetler de âdetten öteye geçmeyen birer uygulama olur. Çünkü Hz. Muhammed: “ Bin yıl namaz kılsan başın secdede yara olsa, belin yay gibi olsa Ali’ye iman etmedikçe fayda vermez” demiştir. İbadetlerin ruhu, canı Ehl-i Beyt’tir. Cenabı Hak bizleri Ehl-i Beyti’nden ayırmasın.

Bu bağlamda şunu da ifade etmek gerekir: Bütün dünyada Müslümanların haline bakılırsa hepsinin durumu dramdır. Bunun nedeni de Ehl-i Beyt’ten uzak kalışlarıdır. Ehl-i Beyt’ten uzak kalış, İslam’ın özünden uzak kalıştır. Bu nedenle ibadetler âdet, dogmalar ve hurafeler dini haline gelmiştir. Çok şükür demek lazım İmam Zeynel Abidin ile Anadolu’ya doğrudan doğruya İslam Ehl-i Beyt anlayışı ile gelmiştir.
Osmanlının kuruluşunda inanç Hacı Bektaş Veli ve Horasan erenleri ile Ehl-i Beyt anlayışı üzerine oluşmuştur. Bir fark ile din ve devlet işleri ayrışmış fakat toplum Ahiyan, bacıyan, Rumiyan, Gaziyan ve Yeniçeri teşkilatı olmak üzere ahlakını Ehl-i Beyt’ten almıştır. Bu, ne zamana kadar sürmüş Yavuz’un Çaldıran Savaşı ve Alevî katliamına başlamasıyla durum değişmiştir. O günden sonra devletin resmî politikası Sünnîlik olmuştur. Buna müteakip Mısır’dan halifeliği getirmesi ile din ve devlet işleri tekelleşmiştir.

Osmanlı çok geniş coğrafyaya açılması ve farklı karakterdeki milletleri bünyesinde barındırması dolayısı ile Sünnî din politikası ile devleti idare edememiş hızla çözülerek topraklarını kaybetmeye başlamış ve nihayeti çökmüştür. Son kalıntıların üzerine leş kargaları konmuş, halk perişan haldeyken sonsuz şükür olsun Yüce önderimiz Atatürk ile Anadolu küllerinden dirilmeyi başarmış, din ve devlet işleri ayrışmış, hilafet sistemini kaldırmıştır. Böylelikle Emevî ve Abbasî hurafesinden ve onların taşeronlarının uydurmalarının önüne geçilmiş, müspet ilmin önü açılmış, din ve vicdan hürriyet kazanılmış, din kalpazanlarının ipoteği halkın duygularının üzerinden kalkmış, halk hem içte hem de dışta düşmanlarından kendini silkelemiştir. Yine bugün dahi aynı din kalpazanları, tüccarları ulu önder Atatürk’e saldırılarını yine Atatürk’ün vermiş olduğu din ve vicdan hürriyetinden almaktalar ve çirkin saldırılarını çirkinleşmiş, kokuşmuş ahlaklarından ve Emevî zihniyetinden almaktalar. Ne zaman güneş doğsa karanlık anlayışlar zeval bulacağı için korkarlar. Ne yapsalar, hangi karanlık oyunun içine dalsalar da batıl zeval bulacaktır.

Bir Muhammed Mustafa geldi yani Hakk geldi bâtıl ortaya çıktı. Mustafa Kemal’le de din kılıfına bürünmüş deccallar ortaya çıkmıştır. O’nun ışığı, gösterdiği yol, güneş gibi aşikârdır. O Atatürk’tür; O’nun ismi Mustafa Kemal’dir Mustafa seçilmiş olandır. Evet, O; Türk Milleti’nin seçilmişi ve onurudur, O ezilenlerin tüm dünyadaki onuru ve vicdanıdır, Kemal’dir. Evet, Türk milleti O’nun: “ Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” sözüyle kemâlatını, olgunluğunu kazanmaya devam edecektir. Hacı Bektaş Veli 800 yıl önce: “İlimden, bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” demişti. Alevîlerin ilmi hikmete giden birinci kapısı Hz. Ali, ikincisi Hacı Bektaş Veli, üçüncüsü Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Bu millet nice Mustafaları çıkarır. Her karış toprağı şehidiyle ve evliyasıyla ruh bulmuştur. Bu yüce ve Ali ruhlar bu toprağın sinesinde suret bulur. Hepinize en içten dileklerimle sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum


 

İMAM HÜSEYİN ve KERBELA

Muharrem’in onuncu günüydü,10 Ekim 680 günlerden Cuma ikindi vakti, İmam Hüseyin’in kaybedeceği kimsesi kalmamıştı. Bir yaşındaki Ali Asker’i onsekiz yaşındaki delikanlısı Ali Ekber’in kanlar içindeki cesetlerini kucağına alıp(Bakara suresi 156)“İNNA LİLLAH İNNA İLAYHU RACİUN” (Türkçesi: Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz)
Diyerek Hakk yoluna yolcu ettiği çocuklarıda yoktu artık. Sadece kadınlar kalmıştı, kardeşi Abbas geldi aklına: çocukların su, su diye feryatlarına dayanamamış Abbas. Atını sürmüş Fırat’a, su içmek istemiş çocukları aklına gelince vaz geçip önce tulumlarını doldurmuş çıkarken yezid’in askerleri görür, biri bir kılıç vurur bir kolunu, diğer biri diğer kolunu keser, matarasını ağzına alır, ok atarlar onuda parçalarlar. Yere düşerken bağırır:
“YA ÂHİ! EDRİK EHÂK” (Türkçesi: ya kardeşim, kardeşini bul) İmam Hüseyin avazı duyunca: “ELENA İNKESER ZAHRİ” (Türkçesi: Şimdi belim kırıldı) İmam Hüseyin’in ahıyla Kerbela toprağı sarsılır. Oğlu Ali Ekber gözlerinin önüne geldi! Onun güneş misali yüzünü, dedesi Hz. Muhammed’e çok benziyordu. Onun şahadetini susuzluktan parçalanmış dudaklarını, atından kanlar içinde düşerken “EDRİKNİ YÂ BABA” (Yetiş ya baba) sesini, feryadını duyunca onun imdadına yetişip “Ey gönlümü bağladığım oğul, senide mi kaybediyorum” diye feryat ettiğini hatırladı. İmam Hüseyin, Ali Ekber! “Baba, üzülme susuzluğum gitti. Karşımda dedem Muhammed Mustafa elinde iki bade birini sana, birinide bana uzatıyor al baba al, al”der.
İmam Hüseyin’in isyanı büyüktür. Acısı yüreğini parçalamaktadır, dayanılmaz acılar, ızdıraplar içindedir.
“İç dedenin elindeki suyu oğul iç” artık dayanasım kalmadı.

Kudret kandilinde kalem
Yazmış su deyu, su deyu
Şah Hüseyin kerbelâda
Gezmiş su deyu, su deyu.

İmam Hüseyin zülcenah isimli atına bindi, yıldırım gibi ölüm meydanına sürdü. Hz. İmam Hüseyin, Yezit ordusunun önünde durdu.
“Geldim işte… Bir ben kaldım, ben ve sizler. Cesareti olan varsa yer değiştirelim. Gelsin buraya ve benim bulunduğum yerden, tek başına sizlere baksın. Korkudan durabilirse atın üzerinde, kendi başımı kendim keserim. Ama bende korkunun zerresi yok.”

Çünkü bilirim ki; zalimin zulmünü, inanmışlığın direnci ergeç yener. Bugün yenmezse yarın yener. Çünkü: YAŞAMAK, İNANMAK VE UĞRUNDA MÜCADELE ETMEKTİR.
Bu dünya ne yezitler görmüştür. Ne zalimler görmüştür. Ama sonu hüsran olmuştur. İnsana zulmedenin, insanları ayıranların, hakkı, hukuku gözetmeyenlerin sonu olmamıştır. Pınarlar kurur ama dağın suyu bitmez. İşte bunu anlamadınız.
Sizler sanıyorsunuz ki, bu başım kesilince her şey unutulacak, her şey bitecek, hayır bitmeyecek. Şu kumlar üzerine akan kanlar, esen çöl fırtınalarıyla savrulacaktır, dünyanın dört bir yanına. Savruldukça da Ehlibeyt yeniden doğacak. Bizler yeniden doğacağız.
Ama sizler: Ölen sizler olacaksınız. Akıtılan bu kanlarda sizin sonunuz olacak. Haydi, bakalım işte önünüzdeyim öldürün beni…

Günlerdir çöldeki susuzluk ve acılar sarsmıştı şehitler şahını. O bin kez, milyon kez yakınlarının şahadetinde, evlatlarının şahadetinde ölüm şahadetini tatmıştı.
Yarabbi kendine Müslüman’ım sözde diyenlerin kâinatın efendisi ve âlemlere rahmet olan Muhammed Mustafa’nın öz torunlarının çektiklerine, yaşadıklarına bir bakın hele.
Güneş bile isyan etmişti bu zulme, bu haksızlığa….
İmam Hüseyin’in elinde dedesinin kılıcı, başında babasının sarığı, altındaki atı dedesinin hediye ettiği zülcenah soylu bir at vardı.
İmam Hüseyin’in karşısına kimse çıkmıyordu.
Maneviyatları sarsılmıştı melunların. Çadırlara saldırmışlardı.
MEDET YA HÜSEYİN…
Kadınların feryadına döndü geri, çadırlara saldıranları püskürtmüştü. Bacısı Zeynep aslan kesilmişti. Hasta Zeynel Abidin’e ve diğer kadınlara kalkan olmuştu. Çünkü eli silah tutanların hepsinin kanlı cesetleri ortalardaydı.
Zeynep İmam Hüseyin’i yanında görünce, yara almıştı. İmam Hüseyin kanlarını gördü. Sarıldı kardeşine feryadını önleyemedi
O yürekli asil Zeynep ana aşığın kaleminden feryadı şöyledir.

Gitme kardeş gitme bizi koyup ta
Bende seninle geleyim kardeş.
Bir değil, bin değil yaram sarılmaz
Dertlerine derman olayım kardeş.

İmam Hüseyin dalar yezidin ordusunun içine, artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Bir ok atarlar, dedesinin öpüp kokladığı ağzına gelir. Bir kılıç sallarlar sol eline, diğeri sağ omzuna, bir diğeri melun arkadan oku sokar, önden çıkarır. Kanlar fışkırır, İmam Hüseyin attan düşer.
“Düştü Hüseyin atından sahrayı Kerbela’ya, Cibril git haber ver sultanı embiyaya”
Çadırlara bakmak ister son bir kez, güç kalmamıştır. Başını kaldıramadı, o boyun eğmeyen mübarek baş düşmüştü toprağa, toprakta isyan etmişti, çölde isyan etmişti bu zulme.
Kerbela’da kan vardı, zulüm vardı, ağıt vardı. Bu soylu insanların şahadeti vardı. Birde güneşin isyanı vardı. Çünkü güneş batmıştı kerbela’da.
Hz. Resulullah’ın öpüp kokladığı, “HÜSEYİN’İ İNCİTEN, BENİ İNCİTİR” dediği İmam Hüseyin’in başsız vucudu kanlar içinde yatıyordu. Acısı bitmişti ama zulme, batıla isyanı bitmemişti.

Zülcenah kanlar içinde çadırlara gelir, kadınlar çıldıracak şekilde feryad ederek, çığlıklar yükselterek zülcenah’ın yanına koştular. Zeynep ve Ümmü Gülsüm saçlarını yolarak haykırıyorlardı.

Fırtına misali kişner coşarsın
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah
Al kanlar içinde ağlar koşarsın
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.

İş işten geçmişti, iri, iri gözlerini açan asil hayvan bu büyük facianın bu büyük Kerbela katliamının sona erdiğini bildiriyordu sanki.
Âlemlere rahmet olan Muhammed Mustafa’nın kurret-ül ayn-ım dediği sırtına bindirip gezdirdiği “HÜSEYİN BENDEDİR, BENDE HÜSEYİN’DEYİM” dediği ve “ONU İNCİTEN BENİ İNCİTİR” dediği koklayıp öptüğü Hüseyin yoktu.
Kadınlar arasındaki İmam Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep, İmam Hüseyin’in vasiyetini hatırlar. Kendini Zeynel Abidin’in üzerine atar onu saklar ve canı pahasına korur.
Sonrada Şehrubanu’yu elinden tutar, Zülcenaha bindirir. Sen kaç at seni varacağın yere götürür. Esir olma sen der.
Diğer kadınları yanına toplar canları pahasına İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’i korurlar. Ertesi gün.
Bütün şehitlerin kanlı başları birer mızrağa takılarak perişan haldeki kadınlar çıplak bir halde develere bindirilerek, yerdeki cesetleri de atlara çiğnettirdiler. Zeynep ve diğer kadınlar, cesetlerin önünden geçerken Kerbela Şahının mübarek bedenini kana ve toprağa bulaşmış bir şekilde görünce feryadına mani olamadılar. Zeynep;

Kerbala çölüne mekân kurulmaz
Kalk kardaş kalk sılamıza gidelim
Senin yaraların burda sarılmaz
Kalk kardaş kalk sılamıza gidelim.

Huli bin Yezid ki Hz. İmam Hüseyin’in mübarek başını Şam’a götürmeye görevlendirilmişti. Evine götürdü, karısı Ehlibeyt dostu idi, karşıda bir aydınlık gördü.
Nedir bu ışık deyip bakınca; odanın bir köşesinde nurdan bir taht meydana geldiğini gördü. O tahttan dört kadın yere inip birisi, O ışık beliren köşeden bir insan başı çıkardı ve yüzünü yüzüne sürerek haykırmaya, feryada başladılar.
Kadınlaran biri öyle figan ediyordu ki yer gök mateme boğulmuştu. Bu Fatıma anaydı.

Bir zaman böyle feryadlar edip gittikten sonra, zavallı kadıncağız o köşeye gitti. Gördü ki, O baş Kerbela mazlumu imam Hüseyin’in başıdır.
Kulağına şöyle bir nida gelir,
—Ey kadın! O bedbahtın günahı senden sorulmaz. Bilmiş ol ki O gelenler biri Meryem, biri Asiye, biri Hatice-i Kübra ve diğeri Fatıma-i Zehra idi. Ehlibeyt dostu kadın O mübarek başı alır temizler saçlarını tarar ve gözyaşı döker.
Hz. İmam Zeynel Abidin, İsmail Ebülhunuktan rivayet eder:
—Şehitlerin başlarını her gece elli muharip muhafaza ederdi. Ben Ebulhunuk bir gece kendileriyle arkadaşlık ettim. Onlar uykuya vardılar, ben uyumadım. Gördüm ki sırtına beyaz giymiş birisi, ağlaya, ağlaya için Hz. İmam Hüseyin’in başı bulunan sandığa yaklaştı. Onun başını çıkardı, mübarek yüzünü-yüzüne sürdü ve feryada başladı. Ben onun halktan biri sanarak başı elinden almaya çalıştım.
Hakk’tan kulağıma ses geldi; Ey bedbaht kimse! Bu gördüğün kişi Âdem’i Safiyullahtır. Mustafa ciğer köşesinin matemini tutuyor.
Ben hayret deryasına dalmış iken önümden itibarlı birisi peyda oldu. Dediler ki;
—Bu da Nuh Aleyhisselam dır. Ve daha sonra diğer peygamberler feryatlarla gelip Hz. İmam Hüseyin’in başını ziyaret ettiler.
Hepsi çekildikten sonra saçları başları dağılmış bir şekilde, gözlerinden yaşlar akıtarak Hz. Resullah ve Hz. Haydar-ı Kerrar ve diğerleri geldiler. Birbirlerine başsağlığı diliyorlardı.
O sırada gökten bir melek indi ve kıvılcımlar saçarak sandığı bekleyenlere hücum etti. Ben bağırdım;
—Ya Resulullah medet. Medet eyle. Ben hâşâ ki peygamber hanedanı düşmanı değilim. Meleği men etti ama bana öyle bir tokat vurdu ki, bir yüzüm hep kara gezdim.

Hz. İmam Hüseyin’in mübarek başı Şam’a götürülürken Ehlibeyt taraflarının asker toplayıp baskın yapıp mübarek başı alacağı öğrenilir.
Çöl içinde rastladıkları bir manastıra sığınırlar. Papaz sorar;
—Ey kavim siz kimlersiniz, bu başlar kimlerin başıdır? Cevap;
—Yezit askeriyiz. Bu başlarda asilerin başıdır. Yezide başkaldırdılar.
—Bu kadar yerimiz yok. Başkaları içeri koyun, dışarıda da güvenliği sağlayın.
Papaz gece yarısı sandıkların olduğu yerde içinde kadınların dolaştığını gördü, şaşkınlık içinde düşünürken nida gelir;
—Ey edepten mahrum kişi, gelen bunlar biri SÂRÂ’dır. Öteki HACER’dir, öbürü HATİCE-İ KÜBRA’dır ve en sondaki FATIMA-İ ZÖHRE’dir.
Birbirlerine taziyelerini bildiriyorlardı. Rahip mübarek başın yanına gitti ve:
— Ey âlemin Serdar’ı! Senin hangi taifeden olduğunu anladım. Sen peygamberimizin kudümünden haber verip sana uymamızı lüzumlu gösteren taifedensin.
—Ey rahip! Ben mazlumum, ben kederliyim. Ben garibim, ben Muhammed Mustafa’nın torunu, Ali’yyel Murtaza’nın oğluyum.
Rahip bu mucizeyi görünce bu mübarek başı vermemek için yedi oğlunu da bu yolda kurban verdi. (büyük taçlamada: Keşiş kurban eyledi / yedi oğlunun başını)

Zeynep ve diğer kadınlar, Kufe valisi İbni Ziyad’ın karşısına çıkarılır.
Zeynep matemini bozmaz, asil bir şekilde karşısında durur.

“Ey Ali’nin kızı! Gördün mü Hakk bizden yanaymış, böyle olmasaydı biz Muzaffer olmazdık”
ZEYNEP: Sizler kaybettiniz, evet kaybettiniz. Çünkü kardeşim Hüseyin, binlerce kişiye bile boyun eğmedi. Eğer zalimliğinizden korkup gelseydi ayaklarıyla buraya, gelip eğilseydi önünde, o değil sen kazanmış olurdun. Hani nerde bu başın ayakları?
Dedim ya, o kendisi yerine, kesik başını yolladı sana, Önünde duran Hüseyin’in başı, ama kendisi nerede. Gövdesi ve inançları nerede, yüreği nerede… Âlemlere rahmet dedesi, babası, anası nerede?

Kerbela’da bre Yezid uşağı Kerbela’da…
Zorbalık dağa benzer. Zulmetmek yalçın bir dağ gibidir. Sizler ne kadar zorba olursanız, o dağın doruğuna çok yaklaşırsınız. Ama unutmayın ki; doruğa ulaştıkça uçurumların derinlikleri artar. Bir ayağın kayışı parçalanmaya yok olmaya yeter.

İşte şu önünde duran Hüseyin’in başı, dağın doruğunda ki zalimlerin sonu olacaktır.
Kardeşim Hüseyin’in başından işte şimdi korkun. Çünkü bu kesik baş sizin sonunuzu getirecektir. (Kerbelâ - Bekir Yıldız)
Evet, sokaklarda çıplak develer üzerinde dolaştırılan kadınlar Peygamber efendimizin namuslarıydı. Bu katilleri günümüzde Hz. edenler var. Bizim lanetimiz vardır. Dört bin yıllık Hz. İbrahim peygamberin kurban olayı günümüze dek en canlı şekilde yaşanırken, yaşatılırken bin dört yüz yıllık olay nedense Aleviler dışında pek anımsanmaz. Bu Kerbela katilleri bu katliamları yaptıktan sonra gider kadıya “Kâbenin etrafı bit, pire ile dolu. Onları öldürsek günah işlermiyiz.
Hucuret suresi ayet 14: “Dediler ki bizde inandık, sen onlara de ki; Siz inanmadınız. Müslüman olduk deyin. Fakat inanç kalplerinize yerleşmedi”
TEVBE 61: ALLAH’IM RESUL’UNA EZA EDENLER İÇİN KORKUNÇ AZAP ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR.
İşte Ehlibeyt’i sevenler; Tariki müstakim yolunu sürüp, matem orucunu tutmalı. Eğer bu yol sürülmez, Ehlibeyt’in matemi tutulmazsa, bu yola sahip çıkılmaz ise Ehlibeyt sevgisi ayetteki gibi sadece dilde olur. Yürekte bir şey olmaz.
NİSA 79: İYİLİK GÜZELLİK ALLAH’TANDIR. KÖTÜLÜK ÇİRKİNLİK KENDİ NEFSİNDENDİR.

Ey Yüce Allah’ım:
Sana kul olanlara, Muhammed’e ümmed, Ali’ye talip olanlara Ehlibeyt’i mazlumların yolunu sürenlere, matemini tutup, yoluna gözyaşı dökenlere, oniki imamları sevip yolundan gidenlere yardım senden olsun. İnayet senden olsun.
Mazlumların yüzü suyu hürmetine dualarımızı kabul eyle ya İLAHİ
MATEMİNİZ MÜBAREK OLSUN…

 

Bugün 25 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı!
DUYURULAR  
  HER YIL 10 TEMMUZ'DA BÜKLÜ DEDE ANMA TÖRENLERİ YAPILMAKTADIR.TÜM CANLARI BEKLERİZ...  
HACI BEKTAŞ VELİ'NİN SÖZLERİ  
  - Ara bul !
- Her ne ararsan kendinde ara!
- Dili, dini, rengi ne olursa olsun, iyiler iyidir.
- Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayın.
- İncinsen de incitme !
- Eline, diline, beline sahip ol !
- Kadınları okutun!
- Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan!
- Okunacak en büyük kitap insandır.
- İnsanın değeri, yüreğinin ağırlığı kadardır.
- Düşünce, eylem ve sevgi, Tanrı’nın tadıdır.
- En büyük kerâmet çalışmaktır.
- Okunacak en büyük kitap insandır.
- İlim beşikte başlar, mezarda biter.
- En yüce servet ilimdir.
- İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
- Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu !
- Benim Kâbem insandır.
- Kendine ağır geleni başkasına yapma !
- Asıl kör, nankördür.
 
YUNUS EMRE'NİN SÖZLERİ  
  ” İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir
Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir ”
” Zehirle pişmiş aşı, kim yemeye gelir. “
” Seni sigaya çeken bir molla kasım gelir. “
” Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz. “
“Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak, Cenab-ı Hakka zor gelmez..”
“Kasdım budur şehre varam Feryâd u [...]

 
HZ MUHAMMED'İN SÖZLERİ  
  -Kuran yedi nüans üzerine indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki, bir hiç zahir, bir de batın mana taşımasın. Ebu Talip’in oğlu Ali’de bu zahir ve batına ait ilim mevcuttur.
-Sonradan özür dilemeyi gerektiren şeyleri yapmaktan kaçınınız.
-Bir gün birisiyle dost olduğunuzda, yarın onun bir düşman olabileceğini unutmayın.
-Mazlumun bedduasından sakınınız. O dua ile ALLAH arasında perde yoktur.
-İnsan dilinin altında gizlidir.
-Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin.
-Bilgisizler içinde bir bilgili, ölüler içinde bir diridir.
-Cahiller cesur olurlar.
-Şeref, edep iledir. Soy ile değildir.
-Bir anlık tefekkür, bin yıl ibadetten hayırlıdır.
-En büyük düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında olan düşmandır.

 
NEFSİNE AĞIR GELENİ KİMSEYE TATBİK ETME (Hacı Bektaş Veli) Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol